s-1
| Sahaif-i tarihiye gibi önümüzde bir misal-i hûnin durup duruken , yani o sahifelerde zamanı gelmeyen mesail hâl için dökülen kanlar ibret-bahş-ı ahlak olurken bilmem bugün ; hasseten feminizme de bu kadar istical etmek reva mıdır ? ! ... |
s-2
| İşte bu gece mehtab Ağustosun son mehtabı . |
s-3
| Maa-mâ-fîh kalkıp gitmedim . |
s-4
| Bu suretle köşkün etrafında görülmeden geçirdiği , birkaç gece içindeki tetebbuâtıyla o ailenin ruhuyla yaşamağa , o ailenin mizacıyla imtizaç etmeğe başladı . |
s-5
| Israr ediyor . |
s-6
| İçini çekiyordu : “ Yürümüyorum , sürünüyorum ! ” diyordu . |
s-7
| Büyükada’nın caddesi bir iki dakika için sükûn içine uzanmış gibi duruyor . |
s-8
| Meselâ : Edirne ve havalisinde Trakya-Paşaeli unvanıyla bir cemiyet vardı . |
s-9
| Büyük harbin uzun seneleri zarfında millet yorgun ve fakir bir halde . |
s-10
| Dört beş sene evvel lisanına rekâket gelmiş olan şu zavallı adamın o zamandan beri ma’nâlı olarak birinci tefevvüh eylediği bu ' Jân ' kelimesi ağzından çıkar çıkmaz gözünden de bir damla yaş kopmuş idi . |
s-11
| Fakirenin odasında bu yazdıklarımızdan başka bir şey ararsanız şunu bulursunuz : Sabahları güneş doğarken ara sıra bir hıçkırık , akşamları güneş batarken derin bir inilti , gece yarıları yorgun bir teneffüse karışan uzun bir sükut ! |
s-12
| Başımızı çevirdik: İki büyük fıstık ağacı arkasından kırmızı bir ay, sanki yapraklara sürünerek yükseliyordu. |
s-13
| Hâdisât gazetesinin imtiyâzını deruhde ediyor . |
s-14
| Arkalarında diğer bir kadın , kolunda nur topu gibi bir çocuk taşıyor . |
s-15
| İhtiyarın yanına iki hizmetçi gelmiş idi . |
s-16
| Düşündü düşündü . |
s-17
| Müslümanın mesut olduğu günler işte bugünlerdi şerefli günlerin vakayini bu saatlerle ölçtüler. |
s-18
| Geldi , ma’sûmun ellerini tuttu , yüzüne bakakaldı . |
s-19
| Ali Bey hâlâ çamların arasında idi . |
s-20
| Arkadaki tahta sürmenin bir sefil , bir hırsız , bir alçak yediyle parçalanmasından dolayı , muhafazası Cenab-ı Hakk’a terkedilen kapının aralıklarından giren rüzgar , mukabilinde bulunan ve genç kadının yatmasına mahsus olan , toprak üstüne serilmiş eski şiltenin yünlerini ihtizaz getirdikçe , talihsiz sefilenin hırkayı üstüne çekerek , titrediği görülüyor ! ... |
s-21
| — Git , bu gece git ; ben öyle istiyorum . |
s-22
| Kapıdan girildiği vakit sağ tarafta siyah çamurlarla sıvanmş duvarın kenarında pejmürdeliği kadının yattığı şilteden , başını koyduğu yastıktan pek de aşağı kalmayan bir yatak manzur olur ! |
s-23
| Beni memnun etmek istersen gideceksin ve ben seni pencerenin önünde bekleyeceğim . |
s-24
| Bir taraftan da İstanbul’daki Düvel-i Mütelife mümessillerine ve İtilâf Devletleri başvekillerine muhtıra veriyor . |
s-25
| Hayât-ı insâniyyeti kemiren bütün bu zehirli yılanlar iğrenç ıslıklarıyla artık kulağımı tırmalayamıyordu . |
s-26
| Menzûlün elinden çatalı birden yere düşüverdi , ayağa kalktı . |
s-27
| Artık yemek yediğinden bile haberdâr değil muttasıl bakıyor , çocuğa bakıyor ... |
s-28
| Çocuğu ihtiyarın bulunduğu cihete oturtmuşlar idi . |
s-29
| Sonra bir de bu kıyası Halide Salih veya Zühre Hanımefendi ile ( Annales ) risalesinin hayat-ı nisvan muharrir-i meşhuresi Madam ( Yvonne Sarcey ) arasında yapınız . . . |
s-30
| Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir. |
s-31
| Bir kadın , bir tazeye uzaktan fısıldadı : |
s-32
| Mehtab , gökleri avlamak için , nurdan bir ağ gibi denize serpilmişti . |
s-33
| İhtiyar , çocuktan ne ister ? Mezarın mehde teveccühü ne için olsa gerek ? |
s-34
| Onu nefretten onu eziyetten onu hayattan halâs edecek rehakâr o küçücük demir parçası idi . |
s-35
| “ Çekmek ” vaktinden evvel ölmek için aylarla can çekişmek o korkunç çukura sürünerek inleyerek kan kusarak düşmek şefkatli anasını bile , sevgili karısını bile iğrendirerek , usandırarak erimek çürüyerek , tefessüh ederek bitmek eskiden o gülen gözlerin şimdi nefretten kendi tarafına bakamadığını eskiden onu okşayan ellerin şimdi korkudan vücuduna dokunamadığını anlamak; etrafını kahrederek mahvolmak . |
s-36
| Ayağa kalkıvermişim . |
s-37
| Madenden sağlam kapaklar altında Mahfuz tutulan eski masum saatlerin Yelkovanları yorgun böcek ayakları tarzında güneşin Sema üzerindeki seyri ile az çok münasebet tabian Mine'nin rakamları üzerinde yürürler ve sahiplerini zamandan takribi bir sıhhatle haberdardar ederlerdi . |
s-38
| İşte bir sene sonra karşısında bulacağı Bedîa kocasının da kendisiyle hem-ruh , hem-fikir olacağını anlayacak ve yadırgamayacaktı . |
s-39
| Âh öleceğim , açlıktan ... |
s-40
| İşte arkadaşları , hattâ , akrabası bile ziyaretlerini seyrekleştirmeğe , onun sıhhatini sormamağa başladılar . |
s-41
| Beyaz dudaklarında hafif bir ihtizâz var . |
s-42
| Pekiyiyim , siz bu akşam çıkın . |
s-43
| Dünyanın güzelliğinden korkmaya başlamıştık. |
s-44
| Eğer rüzgar esiyorsa , yukarı çıkan duman tekrar aşağı inmeye , kulübenin dahilini ihata etmeye başlar ki kadıncağızın en ziyade ızdırabını celb eden şey budur . |
s-45
| Geldiler , ihtiyar eli titreye titreye ağzına bir lokma götürmekte iken karşısında ve yakında bulunan bir masanın etrafına toplandılar . |
s-46
| Menzûl başka cevap vermiyor . |
s-47
| Ordunun elinden esliha ve cephanesi alınmış ve alınmakta ... |
s-48
| Fakat bu maksadın temîni için o zaman vârid-i hâtırları olan yegâne çare İngiltere’nin , bu mümkün olmazsa Fransa’nın muâvenetini temîn etmek idi . |
s-49
| Kim bilir âmâl ü âlâmın tehâcümât-ı mütetâbiasına karşı ne kadar seneler göğüs gererek yaşamak için ölümlerle pençeleşmiştir ! |
s-50
| Bir damla yaş , bir katre yağmur olur ; bir çiçeğin solmasından bir zerre toprak kalır ... |
s-51
| Bizde de hanımlarımızın - din ve te’âmülümüzün müsaade ettiği kadar - iltifat ve teşviklerine edebiyat ile iştigal edenlerin nail olduklarını el-müsâra’a haber vereceğim . |
s-52
| Başka memleketlerde fecri yalnız kırdan şehre sebze ve meyve getirenlerin ahmak gözleriyle muztariplerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır. |
s-53
| Safiyyet asabları teşkilat dimağları , onları bir hassasiyet , tefekkür ve tesir makinesi hâline getirmiştir . |
s-54
| Mehtabın , lüks fenerlerinin ışıkları , sırmalı maşlahlara , pullu başörtülerine vurdukça kehkeşân parçaları adaya inmiş , parıl parıl parlayarak akıyor , uçuyor , kayıyor , gülüyor zannedilirdi . |
s-55
| Samiam afîf , mehîb , mabedî bir sükûnun şi’rler , felsefeler , irşatlar ifşa eden derinlikleri içinde sanki kaybolmuştu ! |
s-56
| Makarnalar beş dakikada bel’olundu . |
s-57
| Akşam telakkisinden koparak kâh Öğlenin hararetinde ve kâh gece yarılarının karanlığında mevhum bir zamanı bildiren Bu saat şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır. |
s-58
| Kendisi yemekleri intihab ederken hizmetçilerden biri ekmeğini doğramış , tabağına doldurmuş idi . |
s-59
| — Ne istiyorsunuz efendim ? |
s-60
| Vaziyetin dehşet ve vahameti karşısında , her yerde , her mıntıkada birtakım zevât tarafından mukabil halâs çareleri düşünülmeye başlanmış idi . |
s-61
| Vapur Boğaz’ın mavi sularını yararak , bî-his ve lâkayd , ilerliyor ; vicdanımı teselli etmek için artık kuvveti kifayet etmeyen manzara-i muhîtât bana şimdi câmid ve bî-ma’nâ görünüyor , gözümün önüne bütün fecîalarıyla serilen şu hissî sahne , her yerde iyilik görmek isteyen kalbimle sanki istihza ediyordu ! ... |
s-62
| Ve bugün onlar , o ümid-bahş eserler epeyce bir yekûn teşkil ettiği hâlde hala kimsenin bu nezîh yazılardan , bu talebekâr musahebelerden bahs etmediğini görerek şu sahifelerde takdiratımı ifşaya karar verdim . |
s-63
| — Kuzum beyefendi , merhamet ediniz , on para veriniz , ölüyorum , açlıktan ölüyorum ! |
s-64
| Böyle bütün bir sergüzeşt-i mesâibi vücûd-ı alîliyle tecessüm ettiren bir pîri marîzin ahvâlini değil , bulunduğum yerlerde etrafımda cereyân eden vukuâtın cümlesini mümkün mertebe tetkîk etmek öteden beri mu’tâdımdır . |
s-65
| Rengi gül pembesinden daha açık olan dudaklarını hazin bir tebessüm kapladı . |
s-66
| Şiddetle demire çarpan kafasından kanlar sızmaya başladı . |
s-67
| Yastığı içi ne ile doldurulduğu malum olmayan bir torbadan , yorganı parça parça olmuş , murur-ı zaman ile esmerleşen pamukları dışarı fırlamış bir hırkadan , yatağı yünleri çıkmış ince bir şilteden ibaret görünüyordu . |
s-68
| Biraz ileride , aheng-i etvârından sahteliği sırıtan bir vakarla açılır kapanır bir iskemleye oturmuş genç biri gayr-i meşrû’ kazanılmış bir servetin son bakayâsına medyûn olduğu şıklığıyla , kof ve mülevves efkâr-ı medeniye siyle mağrûr ve mütehakkim , bu inleyerek merhamet dilenen alîl çocuğa bir unf-ı akûrâne ile cevab veriyordu : |
s-69
| Bu anlaşılmaz ibareyi iki üç defa tekrar ettikten sonra hiddetlendi , kan başına sıçradı , yüzü kıpkırmızı oldu . |
s-70
| İşte o kadar . |
s-71
| Çünkü senin güldüğünü istiyorum . |
s-72
| Belki içlerinden “ Ne olacaksa , olsa ” demişlerse “ O artık karısını , ninesini öpemiyor , lâkin , onlar da şimdi kendisini öpmüyorlar . |
s-73
| Bir hafta içinde kayıt edilen elli aboneden kırk beşini hanımlarımızın teşkil ettiğini memnuniyetle gördüm . |
s-74
| Binâenaleyh cemiyet , aynı esbâb ve vesâitle mücehhez olarak hukuk-ı milliye ve tarihiyeyi müdafaaya çalışıyor . |
s-75
| Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi . |
s-76
| İşte benim mehtabım . |
s-77
| Birer vesile ile İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da . |
s-78
| Daha sonra da - on yedinci asrın hissi , on sekizinci asrın fikri gibi iki feyyaz tesir-i ırsiye nail olan - on dokuzuncu asırda fünûna o kadar mahsuldar bir saha-i zeka açılmış ki Pastor , beşeriyete meçhul kalan hakikatleri meydana çıkarmışlar . |
s-79
| Karşı karşıya oturmuş iki insan, artık yüzlerimizi görmüyor, yalnız seslerimizi duyuyorduk. |
s-80
| Hem kendi varlığını hem karısının sevgisini görmek bir saâdet değil miydi ? |
s-81
| Artık geç uyanıyoruz. |
s-82
| Gayet yavaş yürüyor . |
s-83
| Aynı gecede bu maksadın teşmilini temîn için İzmir’de Yahudi Maşatlığı’na toplanabilen halk tarafından bir miting yapılmışsa da ertesi gün sabahleyin Yunan askerlerinin rıhtımda görülmesiyle bu teşebbüs ümit edilen derecede temîn-i maksat edememiştir . |
s-84
| Düşünüp görmeğe halkın vakti , fıtratı müsait midir ? |
s-85
| Bıçaklar , çatallar oynamağa başladı . |
s-86
| Kim bilir ? |
s-87
| Bizim ediplerimizin musahebe , ne hikâyelerinde bu tarz-ı taklit maal’teşekkür şimdilik yoktur . |
s-88
| Ziyadda başlayıp ziyada biten 12 saatlik kısa hafif yaşanması kolay bir günümüz vardı . |
s-89
| Bu cemiyet merkezinin gönderdiği murahhaslarla , Of kazasıyla Lâzistan livası dahilinde şubeler açılmıştı . |
s-90
| Müslüman gününün başlangıcını şafağın parıltıları ve nihayetini akşamın ziyaları tayin eder. |
s-91
| Hayatımın bütün acı senelerini yıkayan bir dakîka-i nûşîn ! |
s-92
| Şimdiye kadar her türlü terakkiden ne kadar mahrum kalmak mümkünse o kadar mahrum kalmış olan vatanımıza edilecek en mühim hizmet zannederim ki vatandaşlarımızı his itibariyle terbiyeye çalışmaktır . |
s-93
| Çünkü i’tikadımca roman , tiyatro , novel gibi şeyler yazmağa hâhişli olanlara göre ahvâl-i umûmiyye-i beşeriyyeti uzaktan uzağa akıl ve his ile tasavvur ve tahayyül kâfi olamaz . |
s-94
| Eşekler üstünde bir hanım kafilesi ; başlarında sırma telli , altın pullu başörtüleri ; sırtlarında ipekli , sırmalı , beyaz maşlahlar hepsi ince endamlı , hepsi sinirli , hepsi örnek ... |
s-95
| Ya artık kendisinden karısı usanır , ninesi usanırsa hizmetçiler bıkarlarsa ... |
s-96
| Birçoklarımız için fecir, artık gecedir ve birçoklarımızı güneş, yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolanmış, kıvranırken buluyor. |
s-97
| İhtiyar aileye başıyla bir teşekkür ettikten sonra birdenbire döndü . |
s-98
| Çirkin eşekler , o , korsalı vücutlara sarılmış ipekli maşlahların , şeffaf çorapların incecik , ufacık iskarpinlerin yumuşaklığından daha tembelleşmiş gözüküyordu . |
s-99
| Garsonlardan biri yemek listesini öbürü ekmeği getirdi . |
s-100
| Bence bu gayet mühim bir meziyettir . |