Dependency Tree

Universal Dependencies - Ottoman_Turkish - BOUN

LanguageOttoman_Turkish
ProjectBOUN
Corpus Parttest

Select a sentence

Showing 1 - 100 of 400 • previousnext

s-1 Musahabeme nihayet vermeden evvel edebiyat-ı hazıra-ı ricalden ziyade edebiyat-ı nisvanın bir feyz-i latife mazhar olduğunu söylemek isterim .
s-2 En başında Halide Salih Hanımefendi olduğu hâlde Nesl-i Cedid Edibelerinin ateşîn musahebelerini , rengîn mensur şiirlerini , teşrih-i ruha dair küçük hikâyelerini okudum .
s-3 Bütün şa’şaasıyla guruba doğru yürüyen aydın bir lem’a-i tesellî , bir lem’a-i irşâd dilendi .
s-4 Yalnız kadınlara değil erkeklere de şu üzerinde bulunduğumuz kitle-i sefilenin bir avuç topraktan ibaret olduğunu , seyrân-ı semaviye ile meşgul olan muhayyilelerin mutlaka bir gün kati bir inhizama uğrayacağını bir lisanla söylüyor .
s-5 Ya mini mini ?
s-6 Ay! Ay! Yalancı ay! Zekâdan harab olanları dinlendiren hayal gibi, güneşten bunalanları da teselli eden sensin!
s-7 Artık karar vermişti .
s-8 Tütün , sigara , kağıt , postaya mektup mu vereceğiz ?
s-9 Onu kurtaracak !
s-10 İşte bu teşvik ve takdire iki küçük misal ki kıymet-i atiyeleri bence pek büyüktür : Mensubu bulunduğum bir risale-i edebiyenin intişarından evvel abone kaydına başlamıştı .
s-11 O marizin yanında bulunarak hâline acımak daha doğrusu o yemeğini bitirinceye kadar harekât ve sekenâtını görmek istiyordum .
s-12 Esasen dünyanın hangi tarafında inkılabat olmuş ise ilk an inkılapta üdeba , siyasiyata ; nisvan-ı münevvere de bi-hakkın mevcudiyet-i maddiye ve meneviyelerini isbat için feminizme sâlik oldukları görülmüştür .
s-13 Zuhûr ve devâm ü sukutun sâha-i tabîatta taşlar , topraklar kadar mebzûl olan levhalarından işte bir numûne-i mükemmel !
s-14 Aman ne ömür çocuk , ne sevimli yavru : Yanaklarında açılan goncalarıyla , gözlerinde parlayan yıldızlarıyla câzib-i rûh bir levha-i zîhayât , bir nûrpâre-i letâfet !
s-15 Aflarına sığınarak bu hususta bilakis hanımlarımızın daha mümtaz bir seviye-i fikriyede bulunduklarını iddia edeceğim .
s-16 Bu öksürük , bu öksürük bundan karısının , karıcığının bile irkildiğini duyuyor , geceleri öksürükleriyle onu uyandırmamak istiyordu .
s-17 İhtiyar ikinci lokmasını henüz yutabilmiş idi .
s-18 Kimindir ? Kocasının ? Çocuğunun mu ? Bunlar şimdilik bizce malum değildir !
s-19 Ey Türk istikbalinin evladı!
s-20 Kadın nam müstearıyla yazan birkaç erkeği - ki bence erkek oldukları muhakkakdır - istisna edecek olursak bir iki mübtedi nazımdan başka nazımla iştigal eden hanımlarımız yok .
s-21 Uşağı birçok suâller iradından sonra nihayet maksadını anlayabildi : Bedbaht adamcağız para bozdurmak istiyormuş .
s-22 Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
s-23 Bâhusus sen böyle hasta iken ...
s-24 Beyin nasıl ?
s-25 Halide Salih hanımın küçük hikâyelerinde kendilerine mahsus bir hususiyeti haizdir .
s-26 Koşan eşeklerin üstünde : A vallahi ! ... A kardeş ! ... Allah aşkına ! ... A canım ! ... avâzeleriyle yolları çınlatarak , ipek çorapları yarım örten ufacık iskarpinleriyle merkeblere vuruyorlardı .
s-27 Bazen kendisinin şu hâli celb-i enzâr edib etmediğini anlamak istiyormuş gibi , etrafına hazin ve mütereddit bir nigâh-ı istifhâm fırlatıyor .
s-28 Yemek gittikçe uzadı , biftekten sonra tatlı , peynir , yemiş geldi .
s-29 Güneş, hayale müsaade etmeyecek tarzda her şeyi vazıh ve berrak gösterdiği için yalnız gözlerimizle yaşadık ve hiç eğlenmedik.
s-30 Güneş, bütün gün, insana doğru fakat acı şeyler söyleyen bir arkadaştır.
s-31 Donukluk içinde bir parlaklık, neş’e içinde bir hüzün ima eden gözleriyle mehtabı süzüyorlar : Hafiflikler arasında bir ağırlık gösteren hareketleriyle çam kokularına bürünüyorlardı .
s-32 Kulübenin kapı yanındaki kırık penceresinden başka bir penceresi daha var ki bu sefil meskenin tepesindedir .
s-33 Bu suale bilmem hacet var ?
s-34 Belki kendisini hastalığıyla bıktıracağından korkuyor belki karısının taze kalbinde bu aylardan beri devam eden ye’se karşı isyan hisleri doğabileceğini düşünüyor , iniltilerinden etrafındakilerin usandıklarını görmek kendisine güç geliyor .
s-35 Halbuki fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır.
s-36 O kadar uzak idim ki velvele-i levs , dağdağa-i ihtirâs , tantana-i kîn , debdebe-i riyâ .
s-37 Boğaziçi’nin müteverrim güzelliğinde hassas ruhları necîb kederlerle mes’ûd eden ince mübhemiyetler titreşiyor ; azim ve gergin bir kanat vakur sessizliği , gayr-i mer’î mevcudiyetiyle manzara-i muhîtâta sesler , ilhamlar döküyordu .
s-38 Çocuğun babası garsonu çağırmıştı .
s-39 Bedia düşünüyordu bir senedir kocasının , ciğerlerini kemiren ve verem olacağına artık kail olduğu , bu illet zavallı Ali’yi ne hâle getirmiş .
s-40 Kaşlarının rengi saçlarının renginden daha koyuydu .
s-41 İtilâf Devletleri , mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar .
s-42 Güvertede kenara dayanmış , mebhût ve bî-hareket , medhûş ve pürhürmet , va’z-ı tabîatı dinliyordum !
s-43 Sana Nedime’nin düğününü anlatsam olmaz ?
s-44 Elbette şu ihtiyarın da hayatın pek nûşîn hâb-ı gafletlerine daldığı zamanları vardı .
s-45 Bu Müslümanın eski Mesut günü değil bedmestleri evsizleri Hırsızları ve katilleri çok Ve yer altında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüydü .
s-46 Aşikârdır ki kadınların hepsi hassastır .
s-47 Birden, arkamızda garip bir fısıltıyı andıran bir hışırtı duyar gibi olduk.
s-48 Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahideddin , mütereddi , şahsını ve yalnız tahtını temîn edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta .
s-49 Bu ihtimalin tahakkuku da şark vilâyetleri nüfusunda Ermenilerin hâiz-i ekseriyet gösterilmesine ve tarihî hukuk nokta-i nazarından , mukaddem telâkki ettirilmesine çalışanların ilmî ve tarihî vesâikle cihan efkâr-ı umumiyesini iğfale muvaffakiyetinde ve bir de Müslüman ahâlinin Ermenileri katliâm eder vahşiler olduğu iftirasının hakikat şeklinde kabulü hâlinde olabileceği faraziyesi hâkim oluyor .
s-50 Her halde merkezden ayrılmak gayesini takip ediyor .
s-51 Artık her şeyi sarahatle görmek izdirabından kurtulmuştuk.
s-52 Vilâyât-ı şarkiyede Müslüman anâsırın hukukunu müdafaa için Le Pays namında Fransızca bir gazete neşrediyor .
s-53 Nihayet akşam oldu.
s-54 İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.
s-55 Denizin bulanık suları boşalmış ve onun yerine şimdi sahilin kumları üzerinde ziyadan bir mâyi sallanıp bir şarkı söylüyordu.
s-56 Avrupa’ya bir heyet i’zâmına teşebbüs ediyor .
s-57 Arkadaşları vah vah ölmüş diyecekler .
s-58 İşte Jülide , Fatma Münire , Rahsan Nevare hanım efendiler Rahsan Nevare hanımdan bahsetmeye kendisiyle olan karabet-i taharririyem hayalatıyla meşbu’ olmadığı için pek şayan-ı takdir buluyorum .
s-59 Caddeye nazır bir tepeye geldi , çamların kurumuş tel yaprakları üstüne oturdu .
s-60 Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor.
s-61 Saatten kastımız zamanı ölçen alet değil fakat bizzat zamandır.
s-62 Bir şemâtet-i zevk u tegaddî , bir hây u hûy-ı sürûr ü safâ ki tasviri cidden müşkül !
s-63 Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
s-64 Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da, fecir de bitti.
s-65 Bir saatten beri devam eden ayaz , rutubet , bu zayıf hastanın , yanan vücudunu üşütmekle incitmeğe başlamıştı .
s-66 Ez-cümle ' Hotel de Rabbouillet ' namıyla yad olunan gayet mühim bir meclis-i edebi vardır ki bu salon Fransa’nın en zeki en nazik üç kadını tarafından küşad edilmişti : Marquise de Rambouillet ile kerimeler Juliye Danjeon ve Angelic Ranboye bu salonda ilk defa olarak en büyük senyörlerle nam-ı asaleti bile olmayan üdeba yek - diğerine takdim ettiler .
s-67 Yanlış görmek ve tahayyül etmek imkânının sarhoşluğu vücudumuzu, yavaş yavaş bir afyon dumanı gibi uyuşturuyordu.
s-68 Günah değil mi ki ?
s-69 Şimdi bu nur kanatlı yıldızlar , bu kelebeklenmiş çiçekler daima gülüyorlar , kahkahalarla ötüyorlardı ve her birinden menekşe , yasemin , leylak kokuları damlaya , dağıla dalgalana uçuyordu .
s-70 Bu senenin belki son süslü son sevimli bir gecesi .
s-71 Fi’l-hakika bu yolda sarf-ı mesâiden geri durmuyor .
s-72 Bu cemiyetlerin maksad-ı teşekkülleri ve hedef-i siyasileri hakkında muhtasaran ita-yı ma’lumât eylemek muvâfık olur mütâlaasındayım .
s-73 Nüzûl isabetiyle hâssa-i tekellümden de mahrûm olmuş ve ihtiyâcât-ı mübremesini istihsal için ancak mırıldanabilmeğe mahkûm kalmış olan biçare adamcağız bu kadar ehemmiyetsiz bir maksadını anlatmak için on beş yirmi dakika uğraşmış olduğunu hemen unutuverdi , ifhâm-ı merâma muktedir olabildiğini anlayınca adeta sevindi .
s-74 Hele yemeğini yemeğe başlayabildi .
s-75 Bu zavallı adama nüzûl isabet etmiş olduğuna yek-nazarda hükmettim .
s-76 Tabiat , intibahlar serpen bir melâl-i mehîb ile , cereyânât-ı şuûnun kahkahât-ı riyâkârını susturmak istiyor gibi idi .
s-77 Hem böyle olsa bile yemek listesini müşterinin burnuna sokmağa ne lüzum var ?
s-78 Mesela ; tahlil-i ruh hususunda en ziyade muvaffak olan bir romancımızla Fransızların burjuvasını , yahut Edmond Rostand’la en büyük şairimizi mukayese ediniz . . .
s-79 Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
s-80 Nihayet , mebde-i kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel , 15 Mayıs 335’te İtilâf Devletleri’nin muvâfakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor .
s-81 Jân o zaman kahkahalarla gülüyordu .
s-82 Bütün bunlara rağmen aczimi unutarak şu satırları yazmaya kuvvet bulmuşum , hanımlarımızın kalbimi istikbal için lebrîz-i meserret eden - münevveriyet-i efkâr ve nezahet-i hissiye ve edipler sayesindendir .
s-83 Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir.
s-84 Entarisinin göğsüne tesadüf eden cihetlerinin ötesi , birisi yırtılmış olduğundan balmumundan dökülmüş zannedilen göğsünün manzarası zavallının - günlerce kaldığını ima edecek bir halde - pek hafif , pek kansız , pek dermansız olduğunu erae ederdi .
s-85 Bir emr-i dini ve şerri olmasına rağmen icma-ı ümmeti bile ortadan kaldırmaya cesaret eden istibdad-ı hain bizi öyle bir seviye-i zillete indirdi ki bügün muvaffakiyetimizin bu kadarıyla kanaat ederek mevcudiyet-i ruhiye-i milleti tenevvüre her şeyden evvel çalışmak , her türlü terakkiyatı cilve-gâh olabilecek bir vicdan-ı müstakbel hazırlamak en mukaddes vazifemizdir .
s-86 Zavallının kızı , torunu daima beraberinde idi .
s-87 Artık “on iki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kaplandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir.
s-88 Bahsetmek istediğim meselenin ehemmiyet-i fikriye edebiyesi - Alûde-i hata olan birkaç aylık hayat-ı tahririyeme nisbetle - ne kadar büyük , ne kadar cüretkârane olduğunu benim kadar kimse takdir edemez .
s-89 O zaman kendisini şu üstündeki oturduğu toprağın altına , o korkunç o dev gibi duran servilerin altına , o virâneye gömecekler , cenazesinden uzak duran birkaç karga ürküp kaçar iken bağıracak , karısı , validesi birkaç gün ağlayacaklar .
s-90 Sonbahar güneşinin kırılmış , yere düşmüş bir cam parçası üstünde hasıl ettiği manzarayı seyre dalmıştı .
s-91 Hayat uykusundan uyanmadan memâtın hâb-ı ebedîsine dalmak mümkün değil midir ?
s-92 Kadının ayak ucunda kırık bir testi , testinin yanında üstüne dikilen bal mumu bitmiş bir şişenin dibinde üç dört kibrit bulunur !
s-93 Efkar , felsefe , malumat ve tetebbuat itibariyle kendileri kadar münevver olan ancak bir iki muharririmiz vardır . . .
s-94 Hastalıkla ihtiyarlığın birleşmesinden husûle gelmiş olan şu levha-i inkırâz gönlüme pek dokundu .
s-95 Tarihimizde zeki zevat , nîm dahiler çoktur ; hele harp hususunda fatihlerin , yavuzların , birer dehaya sahip oldukları muhakkaksa da ne edebiyat , ne felsefe , ne de fünûnda bir tek dahi , bi-hakkın yetişmesine kadar celb-i tesseüf olsa layıktır .
s-96 Bari bir çocuğu olsaydı , o sayede bir vakit olsun namı söylense idi ...
s-97 Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir.
s-98 Ya bu hâl , bu can çekişme , bu sürünme devam ederse mademki kurtulamayacak .
s-99 Göğsünün acısını , öksürüğünün eziyeti yüzüne bir felâket rengi vermeyecek mi ?
s-100 Bu maksatla bazı ecnebi ricâl ile temas ve mülâkatlar da aramışlardı .

Text viewDownload CoNNL-U