s-1
| Musahabeme nihayet vermeden evvel edebiyat-ı hazıra-ı ricalden ziyade edebiyat-ı nisvanın bir feyz-i latife mazhar olduğunu söylemek isterim . |
s-2
| En başında Halide Salih Hanımefendi olduğu hâlde Nesl-i Cedid Edibelerinin ateşîn musahebelerini , rengîn mensur şiirlerini , teşrih-i ruha dair küçük hikâyelerini okudum . |
s-3
| Bütün şa’şaasıyla guruba doğru yürüyen aydın bir lem’a-i tesellî , bir lem’a-i irşâd dilendi . |
s-4
| Yalnız kadınlara değil erkeklere de şu üzerinde bulunduğumuz kitle-i sefilenin bir avuç topraktan ibaret olduğunu , seyrân-ı semaviye ile meşgul olan muhayyilelerin mutlaka bir gün kati bir inhizama uğrayacağını bir lisanla söylüyor . |
s-5
| Ya mini mini ? |
s-6
| Ay! Ay! Yalancı ay! Zekâdan harab olanları dinlendiren hayal gibi, güneşten bunalanları da teselli eden sensin! |
s-7
| Artık karar vermişti . |
s-8
| — Tütün mü , sigara mı , kağıt mı , postaya mektup mu vereceğiz ? |
s-9
| Onu kurtaracak ! |
s-10
| İşte bu teşvik ve takdire iki küçük misal ki kıymet-i atiyeleri bence pek büyüktür : Mensubu bulunduğum bir risale-i edebiyenin intişarından evvel abone kaydına başlamıştı . |
s-11
| O marizin yanında bulunarak hâline acımak daha doğrusu o yemeğini bitirinceye kadar harekât ve sekenâtını görmek istiyordum . |
s-12
| Esasen dünyanın hangi tarafında inkılabat olmuş ise ilk an inkılapta üdeba , siyasiyata ; nisvan-ı münevvere de bi-hakkın mevcudiyet-i maddiye ve meneviyelerini isbat için – feminizme sâlik oldukları görülmüştür . |
s-13
| Zuhûr ve devâm ü sukutun sâha-i tabîatta taşlar , topraklar kadar mebzûl olan levhalarından işte bir numûne-i mükemmel ! |
s-14
| Aman ne ömür çocuk , ne sevimli yavru : Yanaklarında açılan goncalarıyla , gözlerinde parlayan yıldızlarıyla câzib-i rûh bir levha-i zîhayât , bir nûrpâre-i letâfet ! |
s-15
| Aflarına sığınarak bu hususta bilakis hanımlarımızın daha mümtaz bir seviye-i fikriyede bulunduklarını iddia edeceğim . |
s-16
| Bu öksürük , bu öksürük bundan karısının , karıcığının bile irkildiğini duyuyor , geceleri öksürükleriyle onu uyandırmamak istiyordu . |
s-17
| İhtiyar ikinci lokmasını henüz yutabilmiş idi . |
s-18
| Kimindir ? Kocasının mı ? Çocuğunun mu ? Bunlar şimdilik bizce malum değildir ! |
s-19
| Ey Türk istikbalinin evladı! |
s-20
| Kadın nam müstearıyla yazan birkaç erkeği - ki bence erkek oldukları muhakkakdır - istisna edecek olursak bir iki mübtedi nazımdan başka nazımla iştigal eden hanımlarımız yok . |
s-21
| Uşağı birçok suâller iradından sonra nihayet maksadını anlayabildi : Bedbaht adamcağız para bozdurmak istiyormuş . |
s-22
| Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. |
s-23
| Bâhusus sen böyle hasta iken ... |
s-24
| — Beyin nasıl ? |
s-25
| Halide Salih hanımın küçük hikâyelerinde kendilerine mahsus bir hususiyeti haizdir . |
s-26
| Koşan eşeklerin üstünde : “ A vallahi ! ... A kardeş ! ... Allah aşkına ! ... A canım ! ... ” avâzeleriyle yolları çınlatarak , ipek çorapları yarım örten ufacık iskarpinleriyle merkeblere vuruyorlardı . |
s-27
| Bazen kendisinin şu hâli celb-i enzâr edib etmediğini anlamak istiyormuş gibi , etrafına hazin ve mütereddit bir nigâh-ı istifhâm fırlatıyor . |
s-28
| Yemek gittikçe uzadı , biftekten sonra tatlı , peynir , yemiş geldi . |
s-29
| Güneş, hayale müsaade etmeyecek tarzda her şeyi vazıh ve berrak gösterdiği için yalnız gözlerimizle yaşadık ve hiç eğlenmedik. |
s-30
| Güneş, bütün gün, insana doğru fakat acı şeyler söyleyen bir arkadaştır. |
s-31
| Donukluk içinde bir parlaklık, neş’e içinde bir hüzün ima eden gözleriyle mehtabı süzüyorlar : Hafiflikler arasında bir ağırlık gösteren hareketleriyle çam kokularına bürünüyorlardı . |
s-32
| Kulübenin kapı yanındaki kırık penceresinden başka bir penceresi daha var ki bu sefil meskenin tepesindedir . |
s-33
| Bu suale bilmem hacet var mı ? |
s-34
| Belki kendisini hastalığıyla bıktıracağından korkuyor belki karısının taze kalbinde bu aylardan beri devam eden ye’se karşı isyan hisleri doğabileceğini düşünüyor , iniltilerinden etrafındakilerin usandıklarını görmek kendisine güç geliyor . |
s-35
| Halbuki fecir saati, Müslüman için rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin başlangıcıdır. |
s-36
| O kadar uzak idim ki velvele-i levs , dağdağa-i ihtirâs , tantana-i kîn , debdebe-i riyâ . |
s-37
| Boğaziçi’nin müteverrim güzelliğinde hassas ruhları necîb kederlerle mes’ûd eden ince mübhemiyetler titreşiyor ; azim ve gergin bir kanat vakur sessizliği , gayr-i mer’î mevcudiyetiyle manzara-i muhîtâta sesler , ilhamlar döküyordu . |
s-38
| Çocuğun babası garsonu çağırmıştı . |
s-39
| Bedia düşünüyordu bir senedir kocasının , ciğerlerini kemiren ve verem olacağına artık kail olduğu , bu illet zavallı Ali’yi ne hâle getirmiş . |
s-40
| Kaşlarının rengi saçlarının renginden daha koyuydu . |
s-41
| İtilâf Devletleri , mütareke ahkâmına riayete lüzum görmüyorlar . |
s-42
| Güvertede kenara dayanmış , mebhût ve bî-hareket , medhûş ve pürhürmet , va’z-ı tabîatı dinliyordum ! |
s-43
| Sana Nedime’nin düğününü anlatsam olmaz mı ? |
s-44
| Elbette şu ihtiyarın da hayatın pek nûşîn hâb-ı gafletlerine daldığı zamanları vardı . |
s-45
| Bu Müslümanın eski Mesut günü değil bedmestleri evsizleri Hırsızları ve katilleri çok Ve yer altında mümkün olduğu kadar fazla çalıştırılacak köleleri sayısız olan büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günüydü . |
s-46
| Aşikârdır ki kadınların hepsi hassastır . |
s-47
| Birden, arkamızda garip bir fısıltıyı andıran bir hışırtı duyar gibi olduk. |
s-48
| Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahideddin , mütereddi , şahsını ve yalnız tahtını temîn edebileceğini tahayyül ettiği denî tedbirler araştırmakta . |
s-49
| Bu ihtimalin tahakkuku da şark vilâyetleri nüfusunda Ermenilerin hâiz-i ekseriyet gösterilmesine ve tarihî hukuk nokta-i nazarından , mukaddem telâkki ettirilmesine çalışanların ilmî ve tarihî vesâikle cihan efkâr-ı umumiyesini iğfale muvaffakiyetinde ve bir de Müslüman ahâlinin Ermenileri katliâm eder vahşiler olduğu iftirasının hakikat şeklinde kabulü hâlinde olabileceği faraziyesi hâkim oluyor . |
s-50
| Her halde merkezden ayrılmak gayesini takip ediyor . |
s-51
| Artık her şeyi sarahatle görmek izdirabından kurtulmuştuk. |
s-52
| Vilâyât-ı şarkiyede Müslüman anâsırın hukukunu müdafaa için Le Pays namında Fransızca bir gazete neşrediyor . |
s-53
| Nihayet akşam oldu. |
s-54
| İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. |
s-55
| Denizin bulanık suları boşalmış ve onun yerine şimdi sahilin kumları üzerinde ziyadan bir mâyi sallanıp bir şarkı söylüyordu. |
s-56
| Avrupa’ya bir heyet i’zâmına teşebbüs ediyor . |
s-57
| Arkadaşları “ vah vah ölmüş ” diyecekler . |
s-58
| İşte Jülide , Fatma Münire , Rahsan Nevare hanım efendiler Rahsan Nevare hanımdan bahsetmeye kendisiyle olan karabet-i taharririyem hayalatıyla meşbu’ olmadığı için pek şayan-ı takdir buluyorum . |
s-59
| Caddeye nazır bir tepeye geldi , çamların kurumuş tel yaprakları üstüne oturdu . |
s-60
| Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. |
s-61
| Saatten kastımız zamanı ölçen alet değil fakat bizzat zamandır. |
s-62
| Bir şemâtet-i zevk u tegaddî , bir hây u hûy-ı sürûr ü safâ ki tasviri cidden müşkül ! |
s-63
| Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur. |
s-64
| Şimdi heyhat, eski “saat”le beraber akşam da, fecir de bitti. |
s-65
| Bir saatten beri devam eden ayaz , rutubet , bu zayıf hastanın , yanan vücudunu üşütmekle incitmeğe başlamıştı . |
s-66
| Ez-cümle ' Hotel de Rabbouillet ' namıyla yad olunan gayet mühim bir meclis-i edebi vardır ki bu salon Fransa’nın en zeki en nazik üç kadını tarafından küşad edilmişti : Marquise de Rambouillet ile kerimeler Juliye Danjeon ve Angelic dö Ranboye bu salonda ilk defa olarak en büyük senyörlerle nam-ı asaleti bile olmayan üdeba yek - diğerine takdim ettiler . |
s-67
| Yanlış görmek ve tahayyül etmek imkânının sarhoşluğu vücudumuzu, yavaş yavaş bir afyon dumanı gibi uyuşturuyordu. |
s-68
| Günah değil mi ki ? |
s-69
| Şimdi bu nur kanatlı yıldızlar , bu kelebeklenmiş çiçekler daima gülüyorlar , kahkahalarla ötüyorlardı ve her birinden menekşe , yasemin , leylak kokuları damlaya , dağıla dalgalana uçuyordu . |
s-70
| Bu senenin belki son süslü son sevimli bir gecesi . |
s-71
| Fi’l-hakika bu yolda sarf-ı mesâiden geri durmuyor . |
s-72
| Bu cemiyetlerin maksad-ı teşekkülleri ve hedef-i siyasileri hakkında muhtasaran ita-yı ma’lumât eylemek muvâfık olur mütâlaasındayım . |
s-73
| Nüzûl isabetiyle hâssa-i tekellümden de mahrûm olmuş ve ihtiyâcât-ı mübremesini istihsal için ancak mırıldanabilmeğe mahkûm kalmış olan biçare adamcağız bu kadar ehemmiyetsiz bir maksadını anlatmak için on beş yirmi dakika uğraşmış olduğunu hemen unutuverdi , ifhâm-ı merâma muktedir olabildiğini anlayınca adeta sevindi . |
s-74
| Hele yemeğini yemeğe başlayabildi . |
s-75
| Bu zavallı adama nüzûl isabet etmiş olduğuna yek-nazarda hükmettim . |
s-76
| Tabiat , intibahlar serpen bir melâl-i mehîb ile , cereyânât-ı şuûnun kahkahât-ı riyâkârını susturmak istiyor gibi idi . |
s-77
| Hem böyle olsa bile yemek listesini müşterinin burnuna sokmağa ne lüzum var ? |
s-78
| Mesela ; tahlil-i ruh hususunda en ziyade muvaffak olan bir romancımızla Fransızların burjuvasını , yahut Edmond Rostand’la en büyük şairimizi mukayese ediniz . . . |
s-79
| Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. |
s-80
| Nihayet , mebde-i kelâm kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel , 15 Mayıs 335’te İtilâf Devletleri’nin muvâfakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor . |
s-81
| Jân o zaman kahkahalarla gülüyordu . |
s-82
| Bütün bunlara rağmen aczimi unutarak şu satırları yazmaya kuvvet bulmuşum , hanımlarımızın – kalbimi istikbal için lebrîz-i meserret eden - münevveriyet-i efkâr ve nezahet-i hissiye ve edipler sayesindendir . |
s-83
| Müslüman yüzü, kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir. |
s-84
| Entarisinin göğsüne tesadüf eden cihetlerinin ötesi , birisi yırtılmış olduğundan balmumundan dökülmüş zannedilen göğsünün manzarası zavallının - günlerce aç kaldığını ima edecek bir halde - pek hafif , pek kansız , pek dermansız olduğunu erae ederdi . |
s-85
| Bir emr-i dini ve şerri olmasına rağmen icma-ı ümmeti bile ortadan kaldırmaya cesaret eden istibdad-ı hain bizi öyle bir seviye-i zillete indirdi ki bügün muvaffakiyetimizin bu kadarıyla kanaat ederek mevcudiyet-i ruhiye-i milleti tenevvüre her şeyden evvel çalışmak , her türlü terakkiyatı cilve-gâh olabilecek bir vicdan-ı müstakbel hazırlamak en mukaddes vazifemizdir . |
s-86
| Zavallının kızı , torunu daima beraberinde idi . |
s-87
| Artık “on iki” solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lacivert bir sisle kaplandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir. |
s-88
| Bahsetmek istediğim meselenin ehemmiyet-i fikriye vü edebiyesi - Alûde-i hata olan birkaç aylık hayat-ı tahririyeme nisbetle - ne kadar büyük , ne kadar cüretkârane olduğunu benim kadar kimse takdir edemez . |
s-89
| O zaman kendisini şu üstündeki oturduğu toprağın altına , o korkunç o dev gibi duran servilerin altına , o virâneye gömecekler , cenazesinden uzak duran birkaç karga ürküp kaçar iken bağıracak , karısı , validesi birkaç gün ağlayacaklar . |
s-90
| Sonbahar güneşinin kırılmış , yere düşmüş bir cam parçası üstünde hasıl ettiği manzarayı seyre dalmıştı . |
s-91
| Hayat uykusundan uyanmadan memâtın hâb-ı ebedîsine dalmak mümkün değil midir ? |
s-92
| Kadının ayak ucunda kırık bir testi , testinin yanında üstüne dikilen bal mumu bitmiş bir şişenin dibinde üç dört kibrit bulunur ! |
s-93
| Efkar , felsefe , malumat ve tetebbuat itibariyle kendileri kadar münevver olan ancak bir iki muharririmiz vardır . . . |
s-94
| Hastalıkla ihtiyarlığın birleşmesinden husûle gelmiş olan şu levha-i inkırâz gönlüme pek dokundu . |
s-95
| Tarihimizde zeki zevat , nîm dahiler çoktur ; hele harp hususunda fatihlerin , yavuzların , birer dehaya sahip oldukları muhakkaksa da ne edebiyat , ne felsefe , ne de fünûnda bir tek dahi , bi-hakkın yetişmesine kadar celb-i tesseüf olsa layıktır . |
s-96
| Bari bir çocuğu olsaydı , o sayede bir vakit olsun namı söylense idi ... |
s-97
| Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. |
s-98
| Ya bu hâl , bu can çekişme , bu sürünme devam ederse mademki kurtulamayacak . |
s-99
| Göğsünün acısını , öksürüğünün eziyeti yüzüne bir felâket rengi vermeyecek mi ? |
s-100
| Bu maksatla bazı ecnebi ricâl ile temas ve mülâkatlar da aramışlardı . |