Dependency Tree

Universal Dependencies - Ottoman_Turkish - BOUN

LanguageOttoman_Turkish
ProjectBOUN
Corpus Parttest

Select a sentence

Showing 101 - 200 of 400 • previousnext

s-101 Lâkin Bedîa işte hiç çıkmıyordu .
s-102 1335 senesi Mayıs’ının on dokuzuncu günü Samsun’a çıktım .
s-103 Eserleri Halit Ziya Bey’in hafif bir sıhriyyet beyanıyla tezahür eden Fatma Münire Hanımefendinin de şimdiye kadar iki şiirle bir küçük hikâyesini okudum .
s-104 İsabet etmişim : Lokantadan çıkıp gitseydim müessir bir levha-i hayâtın temâşâsından mahrûm kalacaktım : İhtiyar çatalıyla tabağa vurdu , garsonlar koşuştular .
s-105 İhtiyar bu sözden başka bir şey söylemiyor , muttasıl para çantasını gösteriyordu .
s-106 Hayattan , hakikatten , beşeriyetten uzak , pek uzak idim .
s-107 Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur.
s-108 Kuzum beyefendi , merhamet ediniz , on para veriniz , iki gündür açım .
s-109 Çocuk gülüyordu .
s-110 İşte karıcığı bütün yaz mevsimini onun hastalığına acıyarak bakmakla , öksürüğünü heyecanlarla dinlemek , ilaçlarını tesellilerle vermekle geçirdi ...
s-111 Aşağı odadaki piyanodan fırlayan hümayun peşrevini takib eden hümayun semaisini o yüreğini okşayan ince ahengi , o gizli yaşları o şarkın hasretler , hicranlar , zulümler içinde korka korka fırlayan şikâyetlerini dinledi ...
s-112 Şimdi Ali Bey yalvarıyordu bir kere de eşeklerle çıkılsa ne olur ? ...
s-113 Meğer benim hakaret addettiğim muamele ayn-ı riâyet imiş : İhtiyarın dili tutuk , lakırdı söyleyemiyor .
s-114 Ölenle ölünmez .
s-115 Bu gece kocan bütün erkeklik vesveselerini attı .
s-116 Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup , Harb-i Umumî’de mağlûp olmuş , Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş , şerâiti ağır bir mütarekenâme imzalanmış .
s-117 Belki zavallı adam ahvâline dikkat ettiğimden dolayı müteezzî olur ?
s-118 kamaştıran asumanlar ne kadar tasavvur edilse bunların menâzır-ı azamet-ârâsına fikren takarrüb bile kabil olamayacağı gibi nev’-i beşer denilen âlem-i zî-hayâtın da teâkub-ı emvâc-ı ihtiyâcâtını , tehâcüm-i sehâib-i tefekkürâtını görmek için deryâlarının a’mâk-ı muzlimesinde yüzmekten , semâlarının âfâk-ı nâ-mütenâhîsine uçmaktan başka çare yoktur !
s-119 Bu dakika yaşamak ona ne kadar tatlı geliyordu .
s-120 Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.
s-121 Kışın içerisinde karanlıktan göz gözü görmez .
s-122 Peynirleri küflü , meyveleri çürük nev’inden müntahabtır ; birayı soğutmak için içine kar atarlar !
s-123 Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin rüesâsından bazılarıyla daha İstanbul’ da iken görüşmüş idim .
s-124 Ali bütün emelleri , bütün hulyâları , bütün düşünceleriyle bitiverecek ...
s-125 Damat Ferit Paşa’nın riyâsetindeki kabine âciz , haysiyetsiz , cebîn , yalnız pâdişâhın irâdesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek herhangi bir vaziyete razı .
s-126 Onun ışığında eğlenmenin ve mes’ut olmanın hiç imkânı var ?
s-127 Vatanına hizmet ederek istikbâlde meşhur bir adam olmak hayatında bir iz bırakmak emeli kalbinde doğar doğmaz , aşağıdaki caddeden yükselen bir kahkahayı müteakib boğazını sıkan bir gıcık göğsünü acıtıyor , öksürmeğe başlıyordu .
s-128 Onun düşüncesi şimdi seni güler görmek ...
s-129 Eğer çocukları olursa onlara da semai öğretecekler , onlar da pederlerini validelerini yâd ederek izdivaçlarının ilk gecesi bunu çalacaklar ; bu cihetle kendilerinin hanedanı arasında bu , bir an’ane kalacaktı ...
s-130 Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan hayat ipinin kanlı ilmeğini aydınlatan bir ziyadır.
s-131 Trabzon’da Muhafaza-i Hukuk namında bir cemiyet mevcut olduğu gibi Dersaadet’te de Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti vardı .
s-132 Biçare adamın iki eli yok ki ekmeği doğrayabilsin !
s-133 Bahsimi kazanmak için kırmızı beyaz kulübünü , Mediha Hüsnü Hanımefendinin kendileriyle refikalarını irae etmek kifayet ederse de daha ziyade izahata girişerek bu tedkik-i seviye meselesinden ufacık bir mukayese yapmalarını rica edeceğim .
s-134 Ellerine bakayım ...
s-135 Tecâvüze ma’rûz kalacak vilâyât-ı şarkiyenin herhangi bir bucağını müdafaada birleşmek .
s-136 Bundan sonra Halide Salih hanımın en çok musahabelerini , hikayelerini , mensur şiirlerini okudum .
s-137 İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.
s-138 İstanbul'u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu.
s-139 Herkesin yüzünde alâim-i teessür görüldü .
s-140 Kızı vefat etti .
s-141 Bu cihetle içeri girilir girilmez , insanın çehresine rutubetin serin teneffüsü dokunur .
s-142 Karşıda yemek yiyen fakir ailenin kirli kızları, yüzlerine vuran ay ışığı içinde birer murassâ hayal olmuşlardı.
s-143 Bu genç , dinç , şâdan , bahtiyar aile ile bu sönük , biçare , me’yûs ihtiyar işte tekabül etmişler .
s-144 Şu muamele bana garib göründü : Bir müşteri listeyi istediği zaman okuyamaz ?
s-145 Bu harab kafesin anahtarı orada konsolun içindeki küçük revolver değil mi idi !
s-146 Bu hususun da telafisi için hanımlarımız arasında teşebbüsler görmekle müftehiriz .
s-147 Zaman namütenahi bahçe ve saatler orada açan kâh sağa kâh sola mail güneşten rengarenk çiçeklerdi .
s-148 Lokantaya girdiği zamanki hareketinden çok ziyade sür’atle çocuğun bulunduğu iskemleye doğru yürüyor .
s-149 Ekseriyetle sabahları inleye inleye yatağından kalkan bu kadın bir kibritle o çalıyı tutuşturduğu vakit - eğer hava sakin ise - insanı boğucu bir duman , tepe penceresinin etrafında kül rengi bir halka teşkil ederek , rutubetin kulübeye doldurmak istediği beyaz sislere karışır .
s-150 Çamlar karabaşlar esrâr-ı rûhâniyyeti andıran hafif ve derin kokularıyla civara bir ma’nâ-yı câzibe , ruha bir feyz-i mübhem veriyordu .
s-151 Listeyi ihtiyarın önüne bırakmadılar , gözünün önüne tuttular .
s-152 Yattığı yer , küçük bir kulübeden ibarettir .
s-153 Yeni ölçü bir zelzele gibi zaman manzaralarını etrafımızda zirüzeber ederek Eski günün bütün Setlerini harap etti ve geceyi gündüze katarak saadeti az meşakkati çok uzun bulanık renkte bir yeni gün vücuda getirdi.
s-154 Vaziyet ve manzara-i umumiye :
s-155 Oh ne büyük , ne müebbed , ne anlatılmaz ve unutulmaz bir dakika .
s-156 Madam ecelin pençesinden kurtarmak istiyormuş gibi çocuğunu göğsüne bastırdığı zaman ben yaşlarımı güç hâl ile zaptederek lokantadan çıktım .
s-157 Bu lokantada sulu etler , sebzeler , tatlılar hemen hemen kabil-i tenâvül değildir .
s-158 Garsonlardan biri “Efendi adamınızı çağıralım ne emrettiğinizi anlayamıyoruz” demeseydi biçare menzûlün belki sağlam tarafına da nüzûl isabet edecekti : Adamını çağırmalarına muvâfakat ettiğini bir işaretle anlatınca hizmetçiler şitabân oldular .
s-159 Afiyetin hüsn-i mevzûn u tâmmına mazhar güzel bir kadın , temiz ve güzel de giyinmiş .
s-160 İhtiyar ümitleri kadar batî , me’yûsiyetleri kadar hazin bir tavır ile yolun aksi acihetine gidiyordu .
s-161 Sonra karısı bir başka kocanın kucağına atılacak .
s-162 Şakaklarını elleri arasına aldı , düşünmeğe başladı .
s-163 İşte bunun içindir ki Avrupa’da âlâm-ı beşeriyyet ve rûh-ı insâniyyet hakkında tetkikâtta bulunan büyük hikâyenüvîsler , felsefe ve psikoloji ile mütevaggıl olan edibler hiçbir zaman kendilerini tabiat ve insaniyetin tasvîr-i elvâh-ı tekâmülünde behredâr-ı vukûf u kemâl addedemezler , daima bulundukları muhitin ta’mîk-ı teferruât ve cüz’iyyâtına eşedd-i ihtiyâc ile muhtaç olduklarını anlarlar ve gördükleri , anladıkları hâdisât hakkında muhtıra defterlerine nâ-mütenâhî irşâdât kaydederler .
s-164 Bir an içinde kendimi , şefîk tabiatın sîne-i tesellîsinden , bîinsâf bir kuvve-i ani’l-merkeziyye ile , fırlatılmış bir muhît-i haşyette , müessir bir manzara-i hayât karşısında buldum :
s-165 Zorladı .
s-166 Ben şu acı tefekkürlerime dalıp gittiğim sırada ihtiyar bulunduğum masanın yanındaki masaya kadar gelmiş oturmuş .
s-167 Yalnız bir hususta kadınlar erkeklerden daha dûn bulunuyorlar ; o da tahsil-i mutavassıt görmüş erkeklerden aynı tahsile nail olmuş kadınların adedinin az olmasıdır .
s-168 Bir surette ki hâline acımamak kabil değil : Bir azm ü ikdâm-ı medîdeden sonra sol elini yavaş yavaş kaldırıyor , bir lokma ekmek alıyor , et suyunun içine atıyor .
s-169 Osmanlı Devleti’nin izmihlâlini çok kuvvetli bir ihtimal dahilinde görüyorlardı .
s-170 Çünkü istemekte mahrûmiyetin netâyic-i tabîiyyesinden olarak bir delikanlı kadar mütehâlik ve nâ-şekîb ise de yiyebilmek için vücuduna beliyye-i marazın verdiği vehn ü atâletle bir çocuktan daha âciz ...
s-171 Musahabe ve münakaşa ile efkar-ı umumiyeyi tenevvüre çalışan bu edibelerimizden başka edebiyat ile iştigal eden mümtaz birkaç imza daha tanıdım .
s-172 Çelebi bu lokantayı tutmazdan evvel Beyoğlu’ndaki birahanemize gelirdi .
s-173 Bu sırada aşağı caddeden ağır ağır geçen bir arabadan Ey hasta gönül ! Umma vefa son nefesinden Âzâd ediver mürg-i dili ten kafesinden şarkısını söyleyen iki sarhoşun << yaşa >> sedaları Ali’ye doğru yükseldiği zaman bu çocuk olduğu yerde katılaşmış vücuduyla bükük boynuyla irileşmiş sönük gözlerini mehtaba dikmişti .
s-174 Dudaklarında belirsiz bir surette dolaşan tebessüme karşı , uzun , kıvırcık , altın kirpiklerinde çiğ tanesi gibi görünen iki damla gözyaşı çehresine düşüvermek üzere titriyordu .
s-175 Zavallı ihtiyar !
s-176 Bugün sahip-i kalem olanların mesleklerinde tekâmülat göstermeye çalışmaları elbette aklı ermeyenlerin siyasiyata , hanımlarımızın feminizme sarf ü fikr etmesindendir .
s-177 Mensur şiir ; edebiyat-ı nisvanımızın en parlak vadi , latifi en ruhlu safha-i inkişafı oldu .
s-178 Allah bağışlasın sizin çocuğunuzun yaşında olan torunu Jân da bir gün ölüverdi !
s-179 Birkaç gün içinde unutulacak .
s-180 Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
s-181 En ziyade şayan-ı tebrik gördüğüm ceht , bu edibelerin kendilerinden evvel gelen hiçbir mecburi ne üslup , ne de efkâr itibariyle taklit etmemelidir .
s-182 Ağaçların tozlu yapraklarını, kayalar üzerinde durup soyulan kertenkeleleri, denizin kirli suları altında cam kırıklarını, paslı tenekeleri, eski pabuç nâşlarını seyretmenin ne kadar çabuk ruha kesel verdiğini tecrübe etmeyen var ?
s-183 Hikâyelerinde teşrihat ve ruh vaka pek güzel olduğu halde biraz romantizm devrine ait ihmaller , fevkaladelikler var .
s-184 İnkılabatın edebiyata olan tesiri bizde de olanca kuvvetiyle nümayan oldu .
s-185 İşte bu mevki’de yegâne muzîk ıztırabın mutfağa uzak bir köşesine çekilerek ısmarladığım külbastı pişinceye kadar küçük sarı köpeğin ağzına yiyemeyeceğimden emin olduğum ekmeğin parçalarını atmakla vakit geçirmekte iken karşıdan bir adamcağızın gelmekte olduğunu gördüm .
s-186 Karşıda yolda deniz suyuyla sulana sulana birikib topraklara karışan tozlar kuruyarak tepeler ettiğinden , gece mehtabın ışığıyla elmaspâreler gibi parlıyordu .
s-187 Yüzü daha ziyâde sararmış gözleri daha donuk ...
s-188 Ekmek iyice ıslanıp da bir çamur hâline gelince o hamur parçasına çatalını titreye titreye batırıyor , yarısını yine tabağa düşürerek bir miktarını ağzına götürüyor sonra çatalı bırakıp kaşığını alıyor , et suyunu içiyor .
s-189 Kimin nesine lazım ?
s-190 Esmer camiler, fecrden itibaren semavi bir altın ve semavi bir çini ile kaplanır ve İslam ustalarının natamam eserleri o saatte tamamlanır.
s-191 Bu adam kimdir ?
s-192 Unutulan eski saatler içinde en ziyade hasretle tahattur edilen saat akşamın onikisidir.
s-193 Bir tehâlük-i ihtirâmkârâne ile masasının örtüsünü koydular , tabaklarını , çatal bıçağını , bardağını , sürahisini getirdiler .
s-194 Bir evlatçık bekâsı demekti .
s-195 Kim bilir ne kadar rü’yâlar görmüştür !
s-196 Vapur saçtığı köpükler arasından , mest ve dilbâz , süzülüyordu .
s-197 Hem yiyorlar hem gülerek konuşuyorlar .
s-198 Ne ma’nâsız söz !
s-199 Nâ-tamâm kalan enîn-i istimdâda nâgehân cevab veren anîf bir ayak darbesiyle zavallı çocuk yere yuvarlandı .
s-200 Derhal ilmî , iktisadî , dinî teşkilât yapmak .

Text viewDownload CoNNL-U